AHMET AKGÜNDÜZ HOCAMIZ’DAN “ELEŞTİRİLERE CEVAP VERMESİNİ” VE “BEDİÜZZAMAN’IN SEVENLERİNDEN ÖZÜR DİLEMESİNİ” BEKLİYORUZ...
Ahmet Akgündüz’ün açıklamaları ilk olarak televizyon ekranlarında seyrettiğim bir konferansta dikkatimi çekti. “Hutbe-i Şamiye Ekseninde İslam ve Küresel Barış”... Akgündüz Hocamız burada çok iddialı bir şekilde, ‘elinde onlarca senedir kimsenin ele geçiremediği çok önemli belgeler olduğunu’ anlatıyordu. ‘Bediüzzaman’ın seyyid olduğuna dair bir şecereye ulaştığını ancak şimdilik bu belgeleri gizli tuttuğunu’ açıkladı. Ve ‘Bediüzzaman’ın onca yakın talebesi varken, seyyid olduğuna dair tüm delillerin yalnızca kendi arşivinde bulunduğunu’ söyledi.
Akgündüz’ün bu iddialı konuşmaları bir hayli dikkat çekti gerçekten de. Ama nedense tüm çağrılara ve taleplere rağmen bu meşhur belgeler bir türlü ortaya çıkmadı. Şubat 2012’daki bu konuşmanın üzerinden aylar geçti. Bekledik, bekledik, bekledik... Televizyonlardan, internet sitelerinden, “Madem bu belgeler sizde duruyor, bu, Bediüzzaman’ın binlerce sevenine karşı haksızlıktır. Bu belgeleri neden saklıyorsunuz da, onlarla paylaşmıyorsunuz” diye sık sık kendisine seslendik.
Neyse sonunda, -yaklaşık bir sene sonra- Akgündüz Hoca bir kez daha ortaya çıktı. “İşte o belgeleri açıklıyorum” diyerek herkesi büyük bir toplantıya çığırdı. Herkes gibi Risale Nur talebeleri, Bediüzzaman’ın sevenleri bile bu durum karşısında şaşkınlardı; sessizliklerini bozmadan beklemeye devam ettiler. Sonunda beklenen gün geldi belgeler açıklandı. Ve ardından da tabi hemen tepkiler ve eleştiriler geldi. Kimden diyecek olursanız; eleştirileri yönelten başlıca kişiler de yine konunun uzmanı olan akademisyenler ve Nur talebelerinin önde gelenleri oldu. Osmanlı Tarihi Profesörü Ahmet Şimşirgil bu konuda ilk adımı attı ve o günlerde çıktığı bir televizyon programında Ahmet Akgündüz’e şu önemli eleştirileri yöneltti:
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL’İN AHMET AKGÜNDÜZ'E YAPTIĞI ÇARPICI ELEŞTİRİLER...
1- “Ahmet Akgündüz’ün bütün eserlerinde çok hatalar vardır”
Prof. Dr. Şimşirgil’in ilk sözleri söz konusu belgelerin ilmi olarak çok fazla hata içerdiğine ilişkindi:
“Ahmet Akgündüz’ün çok aceleci olduğu akademisyenler tarafından bilinir. Çok acele hükümler verir ve bunun neticesinde de Ahmet Akgündüz'ün hemen hemen bütün eserlerini inceleyenler çok hata bulurlar. Eksikleri vardır bu noktada. Burada da çok acele etti ve bana göre çok soru işaretleri bıraktı.” şeklindeydi.
2- “Seyyidlik için araştırılacak toplam 39 defter vardır. Bunlar da en fazla 1 senede incelenir. 35 senedir araştırıp bulamıyorsan, demek ki yoktur.”
Şimşirgil, “Ahmet Akgündüz 35 senedir araştırıyorum diyor, 35 senedir bulamamışsan öyle bir şey yok demektir” dedi:
”Ahmet Akgündüz çok acele hükümler verir, eserlerini inceleyen uzmanlar onun eserlerinde çok hata bulurlar. Ayrıca Bediüzzaman'ın Seyyidliği 35 yıl araştırılacak bir mevzu değil, 1 yıllık araştırma yeter. Seyyidlik şeceresi Osmanlı'da çok iyi şekilde tutulur. Bu Seyyidlik belgeleri yani “naküb-ul eşraf belgeleri” zaten İstanbul'da Müftülük arşivindedir. Seyyidlikle ilgili şecereleri tutarlar. 39 tane defter vardır. Bunlara bakar inceler o dönemlerle ilgili.”
3- “Bitlis ve Hizan’da buldum belgeleri, diyor; Osmanlı kayıtları Bitlis ve Hizan’da değil, buradadır”
“Bitlis ve Hizan ilçesindeki nüfus ve tapu kayıtlarını inceledim diyor Akgündüz. Osmanlı kayıtları Bitlis ve Hizan'da değildir ki. Osmanlı'nın tapu tahrir kayıtlarının tamamı burada Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Ankara Kuyudi Kadime Arşivi'ndedir. Bitlis ve Hizan'da ne arıyorsun sen?”
4- “1935’te Osmanlı belgelerini buldum diyor. 1935’te Osmanlı yoktur ki, nasıl Osmanlı belgesi olsun?”
“1935'te Musul'da buldum Osmanlı belgelerini” diyor. Şimdi 1935 deyince sen buna Osmanlı belgesi nasıl dersin? 1935'te Osmanlı mı var? İkincisi 1935’ten geriye doğru gidemezsin. Belge yok diyor. Belge bulamıyorsa geride, o kişi nasıl Seyyid olur? O zaman herkes Seyyidlik iddia eder.”
5- “Üstad’ın kendi sözleri delildir. Üstad “Ben seyyid değilim” demiştir.”
“Zaten Bediüzzaman Risale-i Nur'da “ben Seyyid olduğumu bilmiyorum” diyor. Ayrıca “Benim meşhur bir neshebim yok ki mazisini muhafaza edeyim” diyor. Ahmet Akgündüz ise “Üstad ona söyledi, buna söyledi” diyor. Bunlar belge olmaz. Üstad’ın eserlerinde söylediği ifadeler belgedir. Said Nursi Hazretleri ben Seyyid değilim diyorsa bu durumda Ahmet Akgündüz -Üstad’ı tenzih ederiz- Üstad’a yalancı demiş oluyor.”
ÜSTAD’IN TALEBESİ ABDÜLKADİR BADILLI’NIN ŞECERE HAKKINDAKİ ELEŞTİRİLERİNDEN BAZILARI...
Ahmet Akgündüz’e gelen bu eleştirileri, Abdülkadir Badıllı Ağabey’inkiler izledi. 1953 yılında Bediüzzaman Said Nursi ile tanışmasından bu yana Nur hizmetinde olan Abdülkadir Badıllı, Rilase Haber’e belgelerin sahteliğini ortaya koyan yazılı bir açıklama gönderdi. Söz konusu soy ağacı tartışmaları için, “Bu iş olduğu yerde bırakılmalıdır, fazla deşilmemelidir. Tahrike sebep olacak söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır” ifadelerini kullandı. “Akgündüz’ün mesnedleri zayıf, üslubu tahrikdardı. Said Nursi’nin soy ağacı fazla deşilmemeli” diyen Badıllı Ağabey ayrıca, “Yapılan toplantının tahrik edici olduğunu ve yanlış bilgilerle mesned arandığını ve zayıf rivayetlere dayandığını söylemek isterim” dedi. Badıllı’nın bu konuda üzerinde durduğu diğer konular ise şöyle:
1- “Bediüzzaman eserlerinde seyyid olmadığını ve Kürt olduğunu ifade etmiştir”
“Evet, Hz. Üstadın eski eserlerinin tamamında daima "Kürd" şahsiyetli olarak görünmektedir. Yeni eserleri Risale-i Nurlarda ise, hiçbir yerinde ne sarahaten, ne işareten, ne de imâen Kürdlüğünü inkar eden hiçbir cümle, hiç bir kelime yoktur. Tam aksine Kürdlüğünü teyid edici çok şeyler vardır. Ve bu eserlerinin hiç bir yerinde nesebi Seyyidliğini gösteren veya ima eden tek bir cümle yoktur. Hatta zahir hale göre bu mananın aksi olan şeyler vardır.”
2- “Akgündüz hoca Zaza olan Karageçi aşiretini, Türk olan Karakeçili aşireti ile karıştırmıştır”
“Akgündüz Hoca, Siverek'in güneydoğusunda halen yaşayan ve Zaza olan Karageçi aşiretinin, Karacadağ eteklerinde eskiden yaşamış aslen Türk "Karakeçili" aşiretiyle karıştırmakta ve Kürt olan Karageçilerin Kayı boyundan olduğunu iddia etmektedir. Yani birbirinden tamamen farklı iki aşireti tek bir aşiret gibi göstermektedir. Karageçi aşireti Bingöl Zazalarındandır, yaşam stilleri, konuşmaları itibariyle Türklükten ve Türk dilinden çok uzaktırlar, Urfa’nın ve kazalarının etrafında yaşayan mevcut bütün Kürd aşiretlerinden de çok farklıdırlar. Oysa Karakeçi olarak bilinen aşiretin, hemen hemen hepsi şimdi Kırşehir tarafına göç etmişlerdir. Halen Karacadağ’da yaşayan ve "Türkan" (Türkler) ismiyle anılan ve Türk olarak bulunan sadece iki-üç köy vardır. Başka da yoktur.”
3- “Akgündüz hoca Üstad’ın babasının ismi ‘Mirza’nın, Hz. Ali’nin lakabı ‘Murtaza’dan geldiğini söyleyerek soy bağlantısı kurmaktadır”
"Mirza" isminin "Murtaza"dan geldiğini, Murtaza ise, Hz. Alinin (R.A) bir lakabı olduğunu söylemiştir; yani Ahmet Akgündüz hocamızın yorumuna göre, Hz. Üstadın babası Mirzanın asıl ismi Murtazadır. Ama sonra bu isim değişikliğe uğramıştır diye iddia etmiştir. oysa ki Mirza ismi "Emirzade"den muhtasaren gelmektedir. Kamus-u Türkî Ş. Samî sh. 1441, 3. sütuna bakılabilir. Hem bu isim İran’da, Pakistan’da ve Hindistan’da, Azerbaycan’da ve Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda yüzlerce, belki binlercesi vardır. Hatta İmam- ı Rabbani’nin Mektubat’ının birkaç yerinde Mirza isimleri geçmektedir. Öyle ise, Akgündüz hocamız bunda yanılmıştır.”
TARİHÇİLERDEN GELEN ELEŞTİRİLER BU KADARLA DA SINIRLI DEĞİL. BAKIN DAHA NELER VAR?...
1- Şecerenin muteber olması için Osmanlı padişahı, ya da Selçuklu Sultanı ya da bir Abbasi Halifesinin tasdikli mühürleriyle mühürlü olması veya vergiden, askerlikten muafiyetleri sağlanmış olması gerekir. Bunlar yoksa bir belge güvenilir kabul edilmez. Bu şecerede böyle bir mühür veya kayıt yoktur.
2- Şecerelerde mühürler, bilgi eklendikçe farklı dönemlere ait olmak zorundadır. (Mesela farklı bir yüzyıla ait bilgi eklendiğinde, o yüzyılın yüksek makamının mührünün olması gerekir.) Bu şeceredeki mühürlerin hepsi aynı döneme ait ve mühürlerde kullanılan yazı karakteri de 10 yılık bilgisayar yazı karakteri. (Risale haber sitesi: Mühürler sanki aynı mühürdara aynı zamanda yaptırılmış. Şecereye ilave bilgiler eklendikçe farklı zamanlarda basılması gereken mühürler; âdetâ aynı mürekkeple, aynı zamanda ve iyice okunsun diye aynı sıkletle basılmış. Mühürlerin, mazisi 10 yılı aşmayan bilgisayar font versiyonu taşıması ise kocaman bir ayıp olarak ortada durmaktadır. Belgeler tarafsız bir laboratuvarda analize tabi tutulmadıkça bir kâğıt parçasından ibarettir.)
3- Belgeyi hazırlayan Mahmut adındaki kişinin Molla Feyzi Güzelsoy’a itiraf ettiği gibi belge 1935’de değil 1990’da hazırlanmıştır. Molla Feyzi Güzelsoy Ağabey (Güneydoğu seydalarından, kürtçe risale dersleri yapıyor) şöyle anlatıyor bu konuyu: “Benim kanaat-ı kalbiyem, o şecereye her ne kadar eski bir evrak havası verilmiş ise de, yeni yapılmıştır. Ama ona rağmen Ahmet Akgündüz Hoca, Diyarbakır’da dedi ki: “Şecere 1935 tarihinde yapılmıştır.” İsterseniz ben bu meselenin hakikatını size izah edeyim: Ahmet Akgündüz Hocamıza şecereyi getiren Mahmut adındaki zat önce Diyarbakır’da benim yanıma geldi ve bütün evrakları bana verdi. Ben de okumaya başladım. Baktım ki, çok eski bir evrak havası verilmiş. Buna binaen ben sordum: ‘Sanki yüz senelik bir evraktır.’ dedim O da dedi: ‘Evet yüz seneden fazladır’. Ben de buna binaen dedim ki: ‘Bediüzzaman Said-i Nursi’den bahsederken Risale-i Nur Müellifi ünvanıyla zikrediliyor. Halbuki o tarihte Risale-i Nur telif edilmemiştir. Bu itirazdan sonra Mahmut kardeş bana dedi ki: ‘Şecereyi bana verenler her ne kadar o tarihi göstermiş iseler de, bence 1990’da yapılmıştır’.
4- Irak’tan getirilen ve Üstad’a şecere olarak isnad edilen sayfanın yazısı eski zamanın yazı şekli değildir, yeni neslin yazı türüdür. Ayrıca Arapça yazısı, Arap edebiyatına uygun değildir, mahalli lehçe ile yazılmıştır.
5- Metin, Nahiv ve sarf kaidelerine aykırıdır. Sarf, Arapça'da kelime yapılarını ve kelimelerde oluşan harf değişikliklerini inceleyen ilim dalıdır. Nahiv ise kelimelerin cümle içindeki görevlerini ve cümle yapılarını inceleyen ilimdir. Yani bu şecere Arapça’daki kelime yapısı ve kelimelerin cümle içinde kullanımlarına uygun değildir.
6- Belgedeki mühürlerde Arapça “YE” harfine iki nokta konmuş, YE harfinin bu şekilde yazılması eski yazıda olmayan bir şey, bilgisayar klavyesinde olan bir yazı şekli. (Risalehaber sitesi: Belgeye vesîka mâhiyyeti veren mühürlere dikkatlice baktık, mühür sahiplerinden "Hıyâlî" isimlilerin son "ye" harflerinin belgenin gerçekliğine gölge düşürdüğünü gördük. Bilgisayar dizgilerinde Arapça ile meşgul olanlar, Latincenin "S" harfine benzeyen Arapça "ye" harfine ayrıca "iki nokta" konduğunu bilirler; normal yazıda ise böyle câhilce bir yazı şekli olamaz! (yani sadece bilgisayar klavyesi kullanılıyorsa ve YE harfinin üzerinde iki nokta olur, yoksa olmaz) Bu mühürlerde de aynı şey var: "Hıyâlî" kelimelerindeki son "ye" harflerine bilgisayar "iki nokta" daha ilâve etmiş! Belge diye ona verenler Hocayı aldatmışlar.)
Ahmet Akgündüz Hoca’nın gündeme getirdiği soy ağacı belgelerine yönelik eleştiriler bunlarla da sınırlı değil. Bediüzzaman’ın soyunun Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne dayandığını iddia eden Akgündüz Hoca’nın, bu konuda da yine çok fazla çelişkiye düştüğü ortaya konmuş. Bunların hepsini tek bir yazıya sığdırabilmek ise elbette mümkün değil.
PEKİ BEDİÜZZAMAN ‘SEYYİD OLDUĞUNU’ KABUL EDİYOR MU?...
Bu nedenle biz konuya asıl bir de Bediüzzaman Said Nursi’nin kendi ağzından yanıt arayalım. Risale-i Nur Külliyatı’nda Üstad şöyle söylüyor:
… Hem Mehdilik isnadını hiç kabul etmediğimi bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hatta Denizli’deki ehli vukuf eğer Said Mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirtleri kabul edecek dediklerine mukabil, Said itiraznamesinde demiş ki: “Ben seyyid değilim Mehdi seyyid olacak” diye onları reddetmiş… (Şualar, On Dördüncü Şua, s. 365)
Bediüzzaman ayrıca Peygamberimiz (sav)'in “seyyid olanın değilim, olmayanın da seyyidim” demesi haramdır” şeklindeki hadisine de yer vermiş, bu konudaki sözünün doğru olduğunu delillendirmiştir.
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi... hadis ve Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu’dur (yasaklanmıştır). (Muhakemat, Birinci Makale, Unsuru’l-Hakikat, On İkinci Mukaddeme, s. 52)
PEKİ BEDİÜZZAMAN SEYYİD OLSA YA DA OLMASA DEĞİŞEN NE OLURDU?
Bediüzzaman'ın sevenlerinin bir kısmı onun Mehdi olduğuna inanıyor. Ama tabi Peygamberimiz (sav) de “Mehdi seyyid olacak” diye bildirmiş. Bu konuda ortaya çıkan çelişkiyi bertaraf etmek için yıllardır çok çeşitli fikirler öne sürülüyor. İşte son dönemde gündeme gelen şecere çalışmaları da bunlardan biri gibi görünüyor.
Halbuki burada gözden kaçan önemli nokta şu: Mehdi’nin tek alameti seyyid olması değil. Dünyanın dört bir yanında binlerce seyyid insan yaşıyor. Bunun tek başına bir Mehdilik alameti olması düşünülemez. Mehdi’nin en önemli ve asla taklit edilmesi mümkün olmayan alameti, “Hz. İsa ile bir araya gelip, Hz. İsa ile birlikte namaz kılması, O’na namazda imamlık yapmasıdır. Ve O’nunla birlikte tüm dünyada İslam ahlakını, barışı, huzuru, güzelliği, adaleti, merhameti hakim kılmasıdır.” Dolayısıyla tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek olan bu büyük olaylara vesile olmadan, bizler bir insan için “Bu Mehdidir” asla diyemeyiz.
Bediüzzaman Said Nursi de bütün Müslümanların gözbebeği, yaşadığı asrın kutbu olmuş çok kıymetli bir İslam büyüğüdür. Ama onun asrında bu büyük olaylar gerçekleşmediği gibi, Üstadımız en başta kendisi çeşitli adaletsizliklerle mücadele etmiş, ömrünün büyük bölümünü hapislerde, baskı altında, zorluklar içinde geçirmiştir. Dolayısıyla seyyid olsaydı bile “Bediüzzaman Mehdi’dir” diyebilme imkanımız olmazdı.
Ama şu çok önemlidir ki; Bediüzzaman seyyid olsa da olmasa da son bin yılın en büyük İslam alimidir ve bütün Müslümanların kalbinde taht kurmuş, çok samimi, derin imanlı bir mütefekkir ve müceddiddir. Seyyid ya da Mehdi olmaması bu gerçeği hiçbir şekilde değiştiremez. Ne ona duyulan sevgide ne de ona verilen değerde bir azalma asla olmaz.
Ahmet Akgündüz Hocamız’ın da en kısa zamanda bu önemli gerçeği görmesini ve Bediüzzaman’ın gerçek değerinin anlaşılması için illaki seyyid olduğunun ispatlamasına ihtiyaç olmadığını anlamasını umuyoruz.